Ana madde: Haricilik
Hariciler, Ali bin Ebû Tâlib'in grubundan ayrılarak ne onu, ne de Osman bin Affan'ı halîfe olarak kabul etmişlerdir. İslam'ın en radikal gruplarını oluşturan bu mezhep grubunun çoğunluğu çeşitli günahları işleyen kişilerin kâfir olduğuna ve katledilmeleri gerektiğine inanmıştır. En "aşırı"ları, yalnozca kendi mezheplerinden olan Haricîleri kabul etmiş, diğer Haricîlerin de katlinin farz olduğuna inanmışlardır. Tabiatıyla kendileri Abbasiler devrinde öldürülmüşlerdir. Bugün bu mezhep grubuna bağlı kimselerden sadece Umman'daki İbâdîler kalmıştır; fakat bu gurup, Haricîlerin en ılıman olan grubunu oluşturur[65].
Sıffin Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan Haricîler bir dönem sık sık isyan ederek Emevi Devleti için tehlike oluşturmuşlardır. Sıffin Savaşı'nda önce Ali'nin hakem ile tayini kabul etmesi sebebiyle bir grup ayrılmış ve Harurî olarak anılan ilk Haricileri oluşturmuştur[66]. Sıffin Savaşı ve hemen sonrasında hakemlik fikrine sıcak bakanların bir kısmı da daha sonra hakeme gitmenin dinden çıkaran bir tür günah olduğu kararına varıp, tövbe etmiş ve Haricilerin saflarına katılmışlardır[66]. İsyan amacı gütmeyen ve ayaklanmayan bu ilk gurup sadece Ali taraftarları ve Muaviye taraflarından ayrılan, üçüncü bir grup oluşturan ayrılıkçı bir guruptur[66]. İlk dönemdeki Haricilere el-Şurat da denmekteydi[66]. "Satan" anlamına gelen sözcük genelde Haricilerin kendileri için kullandıkları bir isimdi ve Allah'a ve Allah'ın yoluna ruhlarını sattıkları, verdikleri anlamını ima etmekteydi[66]. Bu ilk dönem Haricilerinin büyük bir çoğunluğu Bedevilerden oluşmaktaydı[66]. Muaviye'ye karşıt eylem hazırlığında olan Ali Haricileri kendisiyle birlikte savaşmaya çağırmış fakat olumsuz yanıt almıştır. Nitekim daha sonra gerçekleşen Nehvahan Savaşı'nda Ali taraftarları ve Hariciler savaşmıştır. Bu savaşta Hariciler ezici bir yenilgiyle karşılaşmış ve büyük kayıplar vermişlerdir[66][65]. Nitekim bu savaş sonucunda Ali'nin taraftarları ile Hariciler arasındaki ayrılık iyice keskinleşmiştir ki Ali'nin ölümü de Haricî İbn Mülcem'in onu katletmesi sonucu gerçekleşmiştir[65]. Hariciler, Ali'nin ve Ali taraftarlarının yenilgisinden sonra başa geçen Emevilere karşı büyük saldırılar gerçekleştirmişler, zaman zaman belirli bölgelerin kontrollerini ele geçirmişler hatta kısa bir süreliğine Mekke ve Medine'yi de ele geçirmişler, zaman içinde geniş ordulara sahip olmuşlardır. Bu dönemlerde en yaygın ve geniş kitle Ezarika ve İbadiyye idi; özellikle Emevilerin çöküşe geçtiği dönemde Haricî saldırıları güçlenmiş ve sıklaşmış, İbadiyye kolu bu saldırılarda başı çekmiştir[66]. Devletin başına Abbasiler geçtikten sonra da Haricî isyan ve saldırıları devam etmiştir.
Hariciler kendi içlerinde birçok kola bölünmüşlerdir. Bu kollardan bir dönem en büyük çoğunluğa da sahip olan ve en aşırısı sayılan Ezarika, Harici tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu kolun isim babası ve taraftarlarının takipçisi olduğu kişi Nafi bin el-Ezrak'tır. Ezarika kolundan olan Hariciler, Harici olmayan tüm Müslümanları, çocuklar dahil, katletmenin helal olduğuna inanırlardı[66]. Diğer büyük Haricî kolu sayılan ve bugüne kadar varlığını kitlesel bir şekilde sürdürebilmiş tek Haricî kolu olan İbadiyye[66][65] ise Ezarika'ya oranla daha ılımlı olduğu gibi Ehl-i Sünnet'e de diğer kollara oranla daha yakındır. Bugün İbadiyye özellikle Umman'da yoğun olarak bulunmaktadırlar[67]. Umman dışında, Kuzey Afrika ve Zengibar'da da bulunmaktadırlar[66].
Haricî inanışı itikadî meselelerde Sünnî ve Şia'ya oranla farklılıklar içerir. Örneğin Haricî inanışında şeriatın bir emrine uymamak veya şeriatta yeniliğe gitmek büyük bir günah sayıldığı gibi bu günah sebebiyle kişinin küfre girdiğine ve tövbe etmesi gerektiğine yoksa bir kâfir olarak ölmüş olacağına ve (birçok Haricî mezhebine göre) katlinin helal olacağına inanılır[66]. Buradan hareketle üçüncü halife Osman'ın katillerini temiz görmüşler, Ebu Bekir ve Ömer'in ise hilafetlerini kabul etmişlerdir[66] . Şeriatı sıkı bir şekilde takip etmeye çalışıp, ibadete büyük önem verirler[68]. İlk itikad mezhepleri arasında ihtilafın yaşanmasına konu olan kader konusunda her ne kadar kadere inanmış olsalar da, Eş'ariyye'nin kurucusu el-Eş'ari, Mu'tezile'nin görüşünü benimsediklerini rivayet etmiştir[66]. Kader konusu özellikle İbadiyye mezhebi arasında tartışma konusu olmuştur. Ebu Ubeyde'nin imam olduğu dönemde, İbadiyye mezhebinde kader konusu tartışılmış, Ebu Ubeyde Allah'ın her şeyi bildiği her şeye gücünün yettiğini fakat kişilerin eylemlerini ve olayları belirleyen olmadığını, kişilerin bunları kendi iradeleriyle belirlediğini ilan etmiştir[66] .
İnanç mezhepleri [değiştir]İnanç mezhepleri veya İtikâdî mezhepler kategorisi, diğerlerine oranla daha geniş olmakla birlikte, bir mezhep olarak tanımlanabilecek kadar gelişmiş olan beş mezhep, genelde bu kategoride zikredilir: Mürcie, Mu'tezile, Eş'arîlik, Matüridilik ve Selefîlik. Bunların dışında Cebriyye ve Müşebbihe ile Mücessime gibi mezhepler de bulunur; bununla birlikte bu mezhepler görece çok daha küçüktür ve birçoğu, bugün varlığını koruyan temel siyasî mezhepler olan, Sünnilik ve Şia tarafından İslam dışı kabul edilir[69].
Bu mezheplerden ilki sayılan Mürcie diğer gruplar tarafından, imanlı kişinin günahının önemli olmadığını öne sürmesi başta olmak üzere çeşitli itikadî görüşleri sebebiyle Müslümanların çoğunluğu ve diğer mezheplerce İslam dışı kabul edilir. Mürcie isminin kökeni "ertelemek", "umut vermek" anlamlarına gelen irca köküdür[70][71][72]. Nitekim bu hareket ilk kez Osman'ın halifeliği sırasında, iç çekişmeler ve gerilimler yaşanmaya başlayınca çıkmış ve dünyada kişilerin yaptıkları kötülüklerin veya büyük günah işleyenlerin hesabını öteki dünyaya (ahirete) bırakma, erteleme fikrinden köken almıştır[70][71]. Ayrıca Mürcie mezhebinin ana görüşü olan imanlı kişinin hangi günahı işlerse işlesin azap görmeyeceği ve günahlarının imanının yanında bir etkisinin olmadığı inancı[72] da isimlerinin kökeni olan "irca"nın "umut vermek" anlamıyla ilişkilendirilebilir[70]. Başlarda Mürcie mezhebi Osman ve Ali gibi kişilerin Haricîler tarafından kâfir olarak görülmesine karşı bir tepki olarak doğmuştu ve günahın etkisiz olduğu fikrine sahip değildi[70][73]; sadece müminler için sonsuz azap olduğunu reddetmekteydiler ki bu Ehl-i Sünnet alimlerinin çoğunluğunun da görüşüydü[70]. Bununla birlikte zaman içinde Mürcie bu hususta daha uç bir noktaya gitmiş ve imanlı kişinin günahlarının tamamen önemsiz olduğu fikrini ortaya atmışlardır. Genel olarak Mürcie mezhebi Haricî mezhebinin tam diğer uçtaki aşırı dengi olarak görülmektedir[70][73][72].
Mu'tezile mezhebi bu mezheplerin arasında en akılcı olandır[74] ve genel olarak Ehl-i Sünnet içerisinde hoş karşılanmaz; tekfir edildiği de olmuştur. Mu'tezile mezhebi her ne kadar bugün pek yaygın olmasa da, özellikle Abbasiler döneminde güçlenmiştir[74]. Mu'tezile'de akıl ile nass (örneğin bir ayet) çelişkili durduğunda nass akla uygun olacak şekilde tevil edilir (yorumlanır). Mu'tezile'nin bu tutumu özellikle gelenekçi akımlardan büyük eleştiri almıştır. Mu'tezile mezhebine bağlı kişilerin inandıkları belirli esaslar bulunmaktadır, bunların başlıcaları şu beşidir: Tevhid, Adalet, Söz ve tehdit (el-Va'd ve el-Va'id), İki konum arasındaki bir konum (El Menzile beyne'l-menzileteyn) ve iyiliği emretmek-kötülükten men etmek (Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker)[75][74]. Bu beş esasa usûlü'l-hamse denir[74]. Tevhid esası Allah'ın varlığı ve birliği anlamındayken adalet esası kader tartışmasıyla ilgili ve Cebriyye'ye bir tepki olarak doğmuş bir esastır[74]. Buna göre insan fiilerinde tamamen hürdür ve fiilerini, Allah'ın ona bahşettiği bir güçten yararlanarak, kendisi yaratır. Mu'tezile argümanlarına göre eğer kişinin durumu bu olmasaydı da Allah onun fiilerini yaratmış olsaydı, kişi davranışlarında hür olmasaydı, Allah'ın kişiyi davranışlarından, fiilerinden dolayı cezalandırması adil olmazdı oysa ki İslam anlayışına göre Allah adaletin kaynağıdır[74]. Nitekim bu esasın ismi de buradan doğmuştur. Söz ve tehdit yani Arapça özgün tabiri ile el-Va'd ve el-Va'id ise Mürcie mezhebine tepki olarak ortaya çıkmıştır ve Allah'ın sevap işleyenlere söz verdiği (vaad ettiği) iyiliğin, günah işleyenlere ise tehdit ettiği cezanın gerçekleşeceğini kastetmektedir. Mu'tezile mezhebinin bu husustaki mantığı Mürcie mezhebinin tam zıddıdır ve şöyle ilerler: eğer kişinin imanı yanında günahları etkisiz olsaydı Allah'ın günahlara karşı insanları azap ile korkutması anlamsız olurdu; bu sebeple Allah'ın vaad ettiği iyilik de ceza da kaçınılmazdır. İki konum arasındaki bir konum esası ise söz ve tehdit esasıyla ilişkilidir; buna göre büyük günah işleyen Mümin tövbe etmeden ölürse azap görür. Bununla birlikte bu kişinin (büyük günah işlemiş Müminin) konumu kâfirlik değildir; bu kişiye fasık denir ve iman ile küfür arasında bir konum olduğuna inanılır nitekim esas da ismini bundan almıştır[75]. Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker yani iyiliği emretmekten ve kötülükten men etmek ise Mu'tezile'de önemli bir yere sahip bir esastır inananların birbirlerine iyiliği tavsiye etmeleri, emretmeleri, kötülükten ise alıkoymaları, men etmeleri anlamına gelmektedir. Mu'tezile'nin bu beş ana esasını ilk ortaya atanın Mu'tezilî düşünür Ebu'l-Huzeyl olduğu düşünülmektedir[75]. Her ne kadar Mu'tezile bugün ayrı bir itikadî mezhep olarak yaygın olmasa da, önemli Şia kolları, Zeydiyye ve İsnaaşeriyye, Mu'tezilî görüşlerin çoğunluğunu kabul etmiştirler ve bu sebeple itikadda Mu'tezilî bir tavırları vardır[75][74]. Mutezilîlerin birçoğu fıkıh mezhebi olarak (yani amelde) Hanefî mezhebine bağlıdır[74].
Akla itikadî konularda verilen değer ve akıl bazlı bir metodolojinin itikadî yorumlama ve kararlar için kullanılması hususunda, Selefîlik Mu'tezile'nin tam zıddı konumda bulunan bir itikad mezhebidir. Selefîliğe göre nakillerin zahiri (görünen, sözlük veya terim anlamı) ele alınır ve hiçbir nas tevil edilmez[76]. Takdis, tasdik, aczini itiraf etmek, sükût, imsak, keff ve marifetini ehlini teslim Selefîliğin başlıca esaslarıdır[76].
Aklın itikaddaki yeri hususunda Matüridîlik ile Eş'arîlik bu iki mezhebinde ortasında bir konumda yer alsalar da, Matüridîlik akla Eş'arîliğe oranla daha fazla yer ve ağırlık verir. Ehl-i Sünnet'te en yaygın ve başlıca itikadî mezhepler Matüridilik ve Eşariliktir[77]. Matüridilik özellikle Ebu Hanife'nin itikadî konulardaki görüşlerinden etkilendiği için bazı bilim adamları bu mezhebi Hanefiliğin itikadi açıdan devamı saymışlardır[77]. Kurucusu, mezhebe ismini veren, Ebu Mansur el-Matüridî 'dir[77]. Eşariyye veya Eşarilik ise ismini kurucusu olan Ebu Hasan Eş'ari'den almaktadır[78] ve özellikle Mu'tezileye karşıt bir tepki olarak doğmuştur. Nitekim bu tepki daha sonraları, İslam filozoflarına da kaymış, Eşari kelamcıları ile İslam filozofları arasında önemli tartışmalar yaşanmıştır[78]. Her ne kadar Eşarilik ile Matüridilik birbirlerine benzeseler ve çok yakın olsalarda, özellikle ayrıntılarda ve çeşitli hususlarda birbirlerinden ayrılmıştırlar. Amelde Malikî ve Şafiî olanların çoğunluğu Eş'arîyken Hanbelî ve Hanefî olanların küçük bir kısmı Eş'aridir[78].